Nobel Ödüllü İtalyan Yazar Luigi Pirandello (1867 - 1936) |
Çok küçük yaşlardan itibaren, okul öncesinde kitap okumaya başlamış bir kitapsever olarak, Pirandello edebiyatından hikayelerin Türkçeye kazandırılmamış olması nedeniyle, Türk edebiyatseverlerin bu eserlerden mahrum kalmaması, edebiyat adına kazanım olacağı nedeniyle Türkiyeli kitap çevirmenlerine, ilgili yazarın hikayelerini de Türkçeye çevirerek (ya gönüllü yada profesyonel olarak) edebiyata hizmet etmelerini önermekteyim.
Nobel ödüllü yazarların Türkçeye kazandırılmamış söz konusu hikayelerinden bazılarını, her ne kadar mesleğimle bir bağlantısı bulunmasa da, edebiyatseverlerin bu eserleri okuyarak, bilinç dünyalarını genişletmeleri amacıyla Türkçeye Azericeden gönüllü olarak çevirerek bu blog'da, ilgili sayfada yayınlayacağım. Söz konusu eserler tarafımdan Türkçeye tamamen edebiyata hizmet etmek amacıyla, gönüllü surette kazandırılmış olup, çeviriden kaynaklanan tüm fikri hakları tarafıma aittir, fikri haklar yasası çerçevesinde koruma altındadır, hiç bir şekilde kopyalanamaz, alıntılanamaz, link verilse dahi, çeviri metni kısmen/tamamen başka bir mecrada yayınlanamaz. İlgili eserleri okumaları için blog'a link vererek, yönlendirme yapabilirsiniz.
***
SES Markiza Borgi, ölümünden bir kaç gün önce, her şeyden çok, vicdanı rahat etsin diye, tahminen bir yıl önce kör olan oğlu Silvio'yu doktor Junio Falci'ye de göstermek istedi. İtalya ve yurt dışından en ünlü göz hekimleri Silvio'yu muayene etmiş, hepsi de onun iyileşmesi mümkün olmayan glokom hastalığına yakalandığını söylemişlerdi.
Doktor Junio Falci yakın bir zamanda sınavı kazanarak göz
kliniğinin müdürü olarak atanmıştı. Ancak her zaman yorgun, dikkati dağınık
biri olarak göründüğü için mi, yoksa tuhaf görünümünden, zamanından önce
açılmış olan kocaman kafasını arkaya atarak yavaşça, el kolunu oynata oynata
yürüdüğünden dolayı mı bilinmez ama kimsenin ne saygısını, ne de sevgisini
kazanmıştı. Kendisi bunu anlıyor, ama hiç rahatsız olmuyordu. Doktor
öğrencilerine ve hastalarına onları yorup bıktıran, zor ve bezdirici sorular
yöneltip duruyordu.
Markiza Borgi'nin daveti üzerine evi ziyaret eden doktor, annenin
diğer doktorların görüşleri ve tedavi yöntemleri hakkındaki sohbetini hemen
hemen hiç dinlemeden, dikkatlice çocuğun gözlerine baktı. Bu glokom muydu?
Hayır, hayır, o, bu gözlerde söz konusu hastalığın temel belirtilerini görmedi.
Her şeyden önce, bunun katarakt denilen hastalığın çok nadir ve ilginç bir
çeşidi olduğu kanısına vardı. Ama markiza Borgi'de en ufak bir ümit bile
uyandırmamak adına fikrini açıkça söylemek istemedi. Doktor bu ilginç durumun
kendisinde uyandırdığı büyük merakı saklayarak, hastayı bir kaç ay sonra tekrar
muayene edeceğini söyleyerek gitti.
Doktor gerçekten de geldi. Ancak markiza Borgi'nin Prati di
Castello'daki yeni yapılı, her daim boş olan sokakta bulunan villasının açık
kapısında büyük bir izdiham fark etti: markiza Borgi gece aniden vefat etmişti.
Şimdi o ne yapacaktı? Geri mi dönseydi acaba? Falci, eğer geçen
sefer gencin hastalığının glokom olduğuna inanmadığını söyleseydi, belki de bu
zavallı anne çocuğunu iyileşemez bir kör olarak bırakıp gitmez, dünyadan
ümitsiz bir durumda göçüp gitmezdi diye düşündü. Öyleyse, madem kendisi anneyi
teskin edemedi, en azından bu ümitle hiç olmazsa onun oğlunu, yeni, beklenmeyen
bir derde düşmüş bulunan genci avutmak için çabalayamaz mıydı?
Doktor villaya girdi. Burada devam eden kargaşa içinde bir hayli
bekledikten sonra, siyah elbise giymiş, çok ciddi, hatta sert görünümlü sarışın
bir kız kendisini tanıttı. Bu, merhum markizanın yakın yardımcılarından birisiydi.
Doktor Falci gelme sebebini açıkladı, yoksa bu ziyaret anlamsız görünürdü. Bu
sırada kız inanmadığını belli eden yapay bir merakla sordu:
- Gençler de katarakta yakalanır mı?
Falci doğrudan onun gözlerinin içine baktı, sonra alaylı bir
tebessümle, sanki dudakları ile değil de, bakışları ile söylercesine:
- Neden olmasın sinyorina? Ruhen her zaman, eğer seviyorlarsa.
Maalesef, aynı zamanda fiziksel açıdan da.
Sinyorina iyice sertleşti, sohbeti keserek, markiz böyle ağır bir
durumdayken onunla konuşmanın mümkün olmadığını, ama biraz sakinleştikten sonra
kendisine bu ziyaretten bahsedeceğini ve hiç kuşku yok ki, markizin onu tekrar
çağıracağını belirtti.
Üç ay da geçti. Doktor Junio Falci çağrılmadı.
***
Tabi ki, doktorun ilk ziyareti merhum markizada olumsuz intibalar
uyandırmıştı. Genç markizin yardımcısı ve gözetmeni olan sinyorina Lidia
Venturi bunu iyi biliyordu. Ancak gereğinden fazla ikrah hissi uyandıran bu
doktordan nefret ettiği için, Falci'nin ta en baştan markizaya oğlunu
iyileştirebileceğine dair ümit verseydi, markizanın onun hakkında kötü
düşüncede olmayacağını dikkate almamıştı.
Kendisi ise doktorun ikinci ziyaretini, markizanın öldüğü gün
gelerek hastalığa dair düşüncesini bildirme amacını, şanssız ve mutsuz bir
insana umut vermek istemesini dolandırıcılıktan daha beter olarak kabul
ediyordu. Ayrıca, genç markiz görüldüğü üzere, kendi mutsuz kaderine razı
gelmişti. Annesinin ani ölümünden sonra o, kendi körlüğünün karanlığı dışında,
içsel bir karanlık da hissetti, bu koyu karanlık karşısında ise herkes kördür.
Gören insanlar en azından çevrelerine göz atarak dikkatlerini bu içsel
karanlıktan çekebilirler, ama o yapamaz. Çünkü o hayatta kör olduğu gibi,
ölümde de kördü. Annesi şu anda onu soğuk karanlık içinde korkunç bir boşlukta
tek başına bırakarak sessizce yok olmuştu.
Aniden o, zarf, titrek ışığa benzer, son derece tatlı bir ses
duydu (bu sesi tanımıyordu). Genç markiz korkunç boşlukta dolaşan varlığı ile
bu sese sarıldı.
Sinyorina Lidia onun için sesten başka bir şey değildi, ama son
aylarda markizaya herkesten daha yakın olmuştu. Markiza da oğluna Lidia
hakkında (Silvio bunu iyi hatırlıyordu) söz ederken, hayırsever, düşünceli,
kültürlü ve eğitimli olduğuna değinir, güzel tavırlı biri olduğunu belirtirdi.
Şimdi Lidia ona yardım ederken, onunla ilgilenirken Lidia'yı aynen annesinin
bahsettiği şekilde tasavvur ediyordu.
Lidia, ilk günden markizanın annelere özgü bir bencillikle, kendi
mutsuz oğluna teselli olsun diye onu işe aldığından şüphelenmişti. Lidia, çok
kırılsa da, gururlu davranmaya karar vermişti. Ama markiz annesinin ölümünden
sonra, gözyaşları içinde onun elinden tutarak, güzel, solgun bir yüzle:
"beni bırakma, bırakma" diye yalvardığında, Lidia onun zarafeti ve
zavallılığı karşısında mağlup olarak tereddüt etmeden yaşamını ona adamaya
karar verdi.
Günler geçti, markiz körlere özgü cesaretsiz, ancak inatçı ve
sıkıcı bir ilgiyle Lidia'yı bıktırmaya başladı. Markiz onu kendi karanlığından
"görmeye", onun sesini kalbinde bir suret gibi canlandırmaya
çalışıyordu.
İlk başlarda boş ve anlamsız sorular yöneltiyordu. Lidia okurken
ve konuşurken onu nasıl hayal ettiğini söylüyordu:
- Sarışınsın, değil mi?
- Evet.
Sarışındı, ancak sert ve seyrek saçları teninin koyu rengiyle
ilginç bir uyumsuzluk oluşturuyordu. Bunu ona nasıl söylesin? Bir de ne gerek
vardı?
- Gözlerin de mavi, doğru mu?
- Evet.
Mavi, ancak koyu ve kederliydi, hem de çukurlaşmıştı. Bunu ona
nasıl söylesin? Bir de ne gerek vardı?
O, güzel değildi, ancak vücudu güzeldi. Elleri ve sesi ise
gerçekten güzeldi. Özellikle, uyumsuz görüntüsüne, mağrur ve kederli yüzünce
yakışmayan sesi çok ahenkli, tatlıydı.
Lidia, markizin kendisini, sihirli sesine aşık olduğu için, inatçı
sorularına aldığı cesaretsiz yanıtlara göre hayal ettiğini anlıyordu. Ayna
karşısında kendisini markizin uydurduğu haliyle, kendi karanlığında oluşturduğu
suret olarak görmeye çalışıyordu. Şimdi onun sesi de kendi dudaklarından değil,
markizin hayal ettiği dudaklardan dökülüyordu. Gülüyordu, ancak bu gülüşün
kendisine ait olmadığını hemen anlıyordu. Kendi gülüşünü markizin oluşturduğu
gülüşe benzetmeye çalıştığını hissediyordu. Lidia tüm bunlardan dayanılmaz bir
acı çekiyor, utanıyordu. Lidia, kendi gerçek kimliğini kaybettiğini, bu acıma
ve üzüntü nedeniyle zamanla kendi kendine ihanet ettiğini düşünüyordu. Yalnızca
üzüntü mü? Hayır, bu artık sevgiydi. Şimdi markiz onunla gereğinden fazla
ilgilendiğinde, ellerini ellerinden, yüzünü yüzünden alamıyordu...
Son olarak, Lidia zor olsa da, bir karar verdi. Genç markizin
annesi-babası yoktu, kendi başına karar verebiliyordu, bu yüzden ne istese
yapardı. Ancak insanlar Lidia'nın zengin olmak için, markiza olmak için onun
mutsuzluğundan yararlandığından söz etmez miydi? Elbette ederlerdi. Bundan da
söz ederlerdi, hatta başka şeylerden de... Ancak başka türlü bu evde nasıl
kalabilirdi. Bu kör genci insanların nefretine terk ederek, iyilikten, ilgiden
mahrum bırakmak merhametsizlik olmaz mıydı? Tabi ki, tabi ki Silvio ile
evlenmek onun için büyük bir mutluluktu. Ama Lidia vicdanı karşısında kendisini
bu mutluluğa layık görüyordu, çünkü onu seviyordu. Üstelik kendisi için en
büyük mutluluk, markizi açıkça sevebilmesi, onu tamamen kendisinin olarak
görmesi olurdu. Lidia onun yolunda kendi yaşamından bile vazgeçmeye hazırdı.
Markiz ise görmüyordu, kendi mutsuzluğundan başka hiç bir duygusu yoktu. Ama o
çok güzeldi, oldukça güzeldi! Kız gibi zarifti. Şimdi Lidia markiz fark etmeden
ona bakarak, tatlı hayallere dalıp düşünebilirdi: "İşte, sen benimsin,
çünkü kendini görmüyorsun, kendinden haberin yok. Çünkü sen kendi mutsuzluğunun
esirisin, görmek için, duymak için bana muhtaçsın".
Ancak markizin teklifini kabul etmeden önce, onun hayal ettiği
gibi olmadığını açıkça anlatmak gerekmez miydi? Ya susmak onu kandırmak
anlamına gelmez mi? Evet, bu anlama gelir! Ama markiz kördü, bu yüzden ona
Lidia'nın kalbi gibi şefkatli bir kalp ve hayalinde oluşturduğu güzellik
yeterliydi. Bir de Lidia çirkin değildi.
Üstelik güzel bir kadın, belki de mutsuzluğundan yararlanarak onu
her konuda kandırabilirdi. Şimdi bu gence, onun hiç bir zaman göremeyeceği
güzel yüzden ziyade, seven, şefkatli bir kalp gerekliydi.
***
Uzun tereddütten sonra düğün günü belirlendi. Düğün şaşaadan uzak,
çok yakın bir tarihte, markizanın 6. ayı geçince yapılacaktı. Bu törenin
gerekli hazırlıklarını yapmak için Lidia'nın bir buçuk ay gibi bir zamanı
vardı. Bu büyük mutluluk günleri idi. Zaman, kurulacak olan yuvanın hoş
tasaları ve zarif incelikleri içinde hızla geçiyordu.
Düğünden bir hafta önce, Lidia'ya doktor Junio Falci'nin geldiğini
haber verdiler.
O, kendisi de anlamadan:
- Ben evde yokum - demek istedi.
Ancak Silvio fısıltıyı duyup sordu:
- Kim o?
- Doktor Falci - diye tekrarladı hizmetçi.
Lidia dedi:
- Biliyor musun, bu annenin o kötü olaydan bir kaç gün önce davet
ettiği doktordur.
- Evet, evet, iyi hatırlıyorum, o, beni dikkatlice muayene
etmişti... tekrar geleceğini söylemişti...
- Bekle - diyerek Lidia heyecanla onun lafını kesti. - Dur gidip
öğreneyim.
Doktor Junio Falci kocaman, kel kafasını arkaya atıp gözlerini
kısarak, tüylü çenesini sıvazlaya - sıvazlaya misafir odasının ortasında
duruyordu.
- Oturun, doktor - diye fark ettirmeden içeri giren sinyorina
Lidia konuşmaya başladı.
Falci irkilerek reverans yaptı:
- Özür dilerim, eğer...
Lidia heyecanla, sinirli bir şekilde ondan önce davrandı:
- Sizi gerçekten şimdiye kadar çağırmadılar, çünkü...
- Belki benim şimdiki ziyaretim de yersizdir - diye Falci hafif
kinaye ile gülümsedi. Kusura bakmayın, sinyorina.
- Yok, neden? Tam tersine... Lidia kızardı.
- Muhtemelen siz hayal bile edemezsiniz ki, zavallı bir alim için
bazı hastalık halleri ne kadar ilginç olabilir. Ancak ben size gerçeği söylemek
istiyorum, sinyorina. Bu hastalık bana ilginç görünse de, açıkçası onu tamamen
unutmuştum. Dün arkadaşlarımla sohbet ederken, markiz Borgi ile düğününüz
olacağını duydum. Doğru mu, sinyorina?
Lidia bembeyaz oldu ama bozuntuya vermeden başını oynattı.
- İzin verin sizi tebrik edeyim. Ancak biliyor musunuz o zaman
benim aklıma eğer yanılmıyorsam, birçok ünlü meslektaşımın hastalıktan glokom
olarak bahsettiği geldi. Sizi temin ederim ki, bu teşhis ilk bakışta gerçek
gibi duruyor. Ancak ben eminim ki, oğlunu muayene ettiğim sırada markiza onu
benim meslektaşlarıma gösterseydi, onlar da kolayca bunun glokom olmadığını
tespit ederlerdi. Bu böyle. Ben aynı zamanda ikinci, o uğursuz ziyaretimi de
hatırladım ve düşündüm ki, sinyorina, siz önce markizanın ani ölümü ile
yaşadığınız heyecandan, sonra ise bu hayırlı işin sevincinden herhalde benim
ziyaretimi unuttunuz, doğru mu, unuttunuz?
- Hayır - diyerek doktorun uzun, bıktırıcı monologundan ıztırap
duyan Lidia sertçe onun sözünü kesti.
- Yaa, demek hayır?
- Hayır - diye kesin bir şekilde tekrarladı. - Sizin
ziyaretinizden sonra markiza oğlunun iyileşeceğine çok az inanmaya başladı,
özür dilerim, açıkçası, tamamen ümidini kaybetti. Bunu ben iyi hatırlıyorum.
Falci hızlıca itiraz etti:
- Ama ben markizaya söz etmedim, oğlunun hastalığının bana göre...
- Doğru, bundan bana söz ettiniz - Lidia yine onun sözünü kesti -
Ama ben de markiza gibi...
- Ya az inanıyordunuz yada hiç inanmıyordunuz, öyle mi? Farketmez
- diye Falci onun cümlesini tamamladı.- Mesele şu ki, siz benim
ziyaretimi markize bildirmemişsiniz, sebebini ise...
-Hemen değil.
- Ya sonra?
-Sonra da değil, çünkü...
Doktor Falci elini kaldırdı:
- Anlıyorum. Sevgi ortaya çıkmış ve... Affedersiniz, sinyorina.
Sevginin kör olduğu bilinen bir gerçek ancak siz gerçekten sinyor markizin
sevgisinin bu derecede, hatta fiziksel açıdan da kör olmasını ister miydiniz?
Lidia bu adamın sarsıcı soğukkanlılığı karşısında
dayanamayacağını, benliğini iğrenç bir şüpheden koruyamayacağını, tekebbürünü
devam ettiremeyeceğini hissediyordu. Bu yüzden yine belli etmeyerek, yüzeysel
bir sakinlikle sordu:
- Demek siz markizin görebileceğini söylüyorsunuz?
- Acele etmeyin, sinyorina - Falci yine elini havaya kaldırdı. -
Ben her şeye gücü yeten Allah değilim. Sinyor markizin gözlerine sadece bir kez
baktım ve bence glokom değil. Bu yüzden en azından küçük bir şüphe veya ümit
doğurabilecek olan bu düşünce, elbette eğer nişanlınızın kaderi sizin için
önemliyse, ziyaretimi kendisine bildirmeniz için yeterli olurdu diye
düşünüyorum.
- Ya sizin şüpheleriniz doğru olmasaydı, eğer ümit boşa çıksaydı,
o zaman? - Lidia aceleyle, heyecanlı şekilde konuşuyordu. - O zaman siz, kendi
mutsuz kaderiyle barışmış olan bir kalbi tekrar amansızca sarsmaz mıydınız?
- Hayır, sinyorina, - Falci ciddi, sakin bir şekilde yanıt verdi,
- Ben bu kez davetsiz ziyaretimi hekimlik borcu olarak görüyorum. Çünkü burada
sohbet, eğer bilmek isterseniz, sadece hastalıktan değil, daha ciddi bir
şeyden, örneğin vicdandan gidiyor.
- Siz şüpheleniyorsunuz... - Lidia onun sözünü kesmek istedi.
Ancak Falci ona fırsat vermedi:
- Siz kendiniz şimdi, beni ikna etmeyen bir mazeretle, ziyaretim
hakkında markize söz etmediğinizi belirttiniz.- diye sözüne devam etti. - Bu
mazeretin beni ikna etmeme sebebi, şahsıma hakaret olarak kabul etmem değil,
sebep şu ki, bana inanıp inanmamak sizin değil, markizin bileceği iştir.
Dinleyin, sinyorina, belki de çok detaycı davranıyorum, ama demek isterim ki,
markiz kliniğime gelirse, ondan herhangi bir karşılık beklenmeyecektir. Orada
markize bilimin imkan tanıdığı seviyede şefkat ve özen gösterilir. Bundan sonra
ziyaretimi markize bildirmenizi rica etsem, bu gereğinden fazla cesaretli bir
davranış olur mu?
Lidia kalktı.
- Acele etmeyin, - Falci de kalktı ve her zamanki görünümüne
büründü.
- Sizi temin ederim, ikinci ziyaretim hakkında markize söz
etmeyeceğim. Tam tersine, eğer arzu ederseniz, ben kendim ona derim ki, siz
düğünden önce gelmemi ısrarla talep etmişsiniz.
Lidia sinirli bir şekilde tam onun gözlerinin içine baktı:
- Siz her şeyi olduğu gibi açıkça konuşacak mısınız? Hayır, ben
kendim konuşacağım.
-Neyi, bana inanmadınız mı?
- Evet!
Falci omuzlarını silkerek gülümsedi:
-Siz işleri daha da bozabilirsiniz. Ben bunu istemezdim. Tam
tersine siz benim ziyaretimi düğünden sonraya erteleseniz, inanın, ben buna da
anlayış gösterirdim.
-Hayır, - Lidia heyecandan boğuluyordu, o, doktorun görünürdeki
iyi niyetinin sebebini anlıyordu, bu yüzden kıp kırmızı kızarmıştı. İtiraz etti
ve içeri girmesini işaret etti.
Silvio Borgi Lidia'yı sabırsızlıkla bekliyordu.
-Silvio, bu doktor Falci'dir, - diyerek Lidia içeri girdi. - Biz
orada bir konuyu tartışıyorduk. Hatırlıyor musun, doktor ilk ziyaretinde bir
daha geleceğini belirtmişti, doğru mu?
- Evet, - diye Borgi yanıt verdi. - İyi hatırlıyorum, doktor!
-Sen bilmiyorsun, ama annenin öldüğü gün doktor geldi. O benimle
konuştu ve dedi ki, onun görüşüne göre, senin hastalığın diğer hekimlerin söz
ettiği hastalıktan değil. Bu nedenle doktor diyor ki, sen iyileşebilirsin. Ben
bu konudan sana bahsetmedim...
- Ama neden öyle diyorsunuz, sinyorina? - Falci aceleyle ekledi. -
Biliyor musunuz, ben geçen sefer kendi şüphelerimi çok karışık, dumanlı şekilde
belirtmiştim, sinyorina anlaşılan benim sözlerimi size teselli olarak
algılamış, bu nedenle o kadar da önem vermemiş.
Lidia derhal mağrur şekilde söyledi:
- O zaman ben böyle düşündüm, ancak o, başka türlü düşünüyor. -
Silvio, doktor Falci ikinci ziyareti hakkında ben bilerek sana söz etmediğimden
şüpheleniyor.
Şimdi o, karşılıksız hizmet teklif etmek için kendisi senin yanına
geldi. Şimdi sen de doktor gibi seninle evlenmek için gözünün açılmasını
istemediğimi düşünebilirsin.
- Ne diyorsun, Lidia? - diye bağırdı markiz.
- Tabi, - Lidia tuhaf bir şekilde güldükten sonra, konuşmasına
devam etti, - Belki de bu düşünce doğrudur, zira ben seninle yalnız bu şekilde
evlenebilirdim...
-Sen neler söylüyorsun? - Borg onun konuşmasını yarıda bıraktı.
-Silvio, eğer doktor Falci gözlerini açarsa, sen kendin her şeyi
anlayacaksın. Ben sizi yalnız bırakayım.
-Lidia, Lidia, - Borgi bağırdı.
Ancak kız kapıyı arkasınca çarparak odadan çıkmıştı.
Lidia yüzüstü yatağa attı kendini, sinirinden yastığı ağzına
basarak hüngür - hüngür ağladı. Biraz sakinleştikten sonra, sanki kendisi kendi
vicdanından korkmuştu. Bu doktorun soğukkanlılıkla söylediklerini, çok uzun
zaman önce kendi kendine söylediğini düşündü. Daha doğrusu, sanki kimse sürekli
bu sözleri içinden ona söylüyordu, ama o duymazlıktan geliyordu. Evet, o her
zaman Falci'yi hatırlıyordu. Her defasında doktorun hayali bir sitem gölgesi
gibi canlandığında, "dolandırıcı" diyerek sinirli bir şekilde onu
kendisinden uzaklaştırmıştı. Çünkü o istiyordu, - tabi, bu nasıl inkar edilebilir?
- elbette Silvio'sunun kör olarak kalmasını istiyordu. Çünkü Silvio'nun körlüğü
onların sevgisi için gerekli koşuldu. Zira yarın gözleri açılsa, güzel, genç
adam, zarif markiz onunla ne sebeple evlenirdi? Belki duyduğu minnettarlık
için? Belki acıyacağı için?
Tabi ki, hayır. Peki neden? Hayır, hayır! Silvio bunu istese bile,
hayır! O bunu kabul edebilir miydi? Demek o, Silvio'yu seviyordu ve sevgiden
başka hiç bir şey gerekmezdi? Demek, Lidia sevgisini, saadetini onun
mutsuzluğunda, beraatini ise hayatını kör adama adamakta görüyordu? Peki, bu
şekilde, belli etmeden kendi vicdanını satmaya, cinayete, başka birinin
mutsuzluğu üzerinde mutluluk kurmaya gelip çıkılabilir mi? Doğru, Lidia o zaman
gerçekten düşmanı olan bu doktorun bir mucize göstererek Silvio'sunun gözlerini
açabileceğine inanmıyordu. O, buna şimdi de inanmıyordu. Ancak neden susuyordu?
Doktora inanmadığı için mi? Belki de, doktorun şüphelerinin doğru çıkması
halinde, bu, Silvio için ümit ışığı, kendisi içinse, tam tersine ölüm, sevgisinin
ölümü olacağından.
Lidia şimdi bile sevgisinin Silvio'nun mutluluğunu temin edeceğine
inanıyordu. Şimdi bile bir mucize sayesinde Silvio'nun gözü açılsa, ne bu güzel
nimetlerin, ne malın mülkün, ne de başka bir kadının sevgisinin Lidia'nın
kaybedilmiş sevgisinin yerini tutacağına inanıyordu. Ancak tüm bunlar yalnız
kendisi için inandırıcı idi. Silvio içinse değil. Eğer Lidia yanına giderek ona
şöyle söyleyebilseydi: "Silvo, ya görmeği ya da beni seçmen lazım" -
o, elbette sorardı: Peki, sen neden beni kör bırakmak istiyorsun?".
Elbette yalnız şu nedenle: Lidia'nın mutlu olması yalnızca bu şekilde,
Silvio'nun mutsuzluğu pahasına mümkün olabilirdi.
Aniden, sanki birisi onu çağırıyormuş gibi yerinden sıçrayarak
kalktı. Acaba, doktor hala orada mıydı? Acaba o neler söylüyordu? Silvio ne
düşünüyordu? Parmaklarının ucuna basarak daha yeni çarptığı kapıya yaklaşıp
dinlemek istedi, ancak kendisini durdurdu. İşte, şimdi o kapının dışında
kalmıştı. Şimdi kendisi bu kapıyı kendi yüzüne ebediyen kapatmıştı. Peki, doktorun
o iğrenç, mide bulandıran teklifini kabul edebilir miydi? Olayı öyle bir hale
getirmişti ki, doktor düğünden sonra gelmeyi teklif ediyordu. Eğer, Lidia buna
rıza gösterseydi... Hayır! Hayır! Tüm vücudu bu iğrenç, mide bulandıran
fikirden sarsıldı. Bu nasıl çirkin bir alışveriş, nasıl iğrenç bir yalan olurdu!
Lidia kapının açıldığını duyarak irkildi. Gayri iradi kendisini
Falci'nin geçeceği koridora attı.
- Sinyorina, ben sizin gereğinden fazla açık sözlülükle
söylediğiniz sözleri tasdik ettim. Kendi teşhisimin doğruluğundan eminim.
Markiz sabah benim kliniğime gelecek. Şimdi ise gidin, gidin, o sizi bekliyor.
Sağlıcakla kalın.
Lidia ıztırap içinde, gözlerinde anlamsız, boş bir ifade ile
doktoru koridorun sonuna kadar geçirdi. Sonra kendisini çağıran Silvio'nun
sesini duydu. Onu dehşetli bir telaş sardı, gözleri karardı, az kala düşüyordu.
Gözyaşlarını durdurmak için elleri ile yüzünü kapatarak onun
yanına kaçtı.
Silvio yatağında oturmuş, ellerini ona doğru uzatmıştı. Lidia
yaklaşınca onu sıkıca sardı, çılgıncasına kendi mutluluğundan bahsetmeye
başladı, gözlerinin açılmasını yalnız onun için, güzel, değerli hayat
arkadaşını görmek için istediğini söyledi:
-Peki, neden ağlıyorsun? Bak, görüyor musun, ben de ağlıyorum. Ah,
nasıl da mutluyum! Ben seni göreceğim!.. Seni göreceğim! Ben göreceğim!
Onun her bir sözü Lidia için ölüme bedeldi. Ama markiz sevinçli
olmasına rağmen, Lidia'nın gözyaşlarının farklı bir sebebi olduğunu anlamıştı.
Silvio ona, geçen sefer kendisinin de doktorun sözlerine inanmayacağından, tabi
ki, inanmayacağından söz etti. Bu yüzden bu konu hakkında düşünmek yeter. Artık
neye göre üzüleceğiz? Zira bugün bayram! Def olsun keder üzüntü, tüm düşünceler!
Şimdi o gerçekten mutlu olacaktı, çünkü kendi hayat arkadaşını görecekti! Şimdi
yuvalarını süslemek için Lidia da daha rahat olacaktı, onun daha çok zamanı
vardı. Bu yuva bir hayal gibi güzel olmalıydı. Markiz gözlerini ilk kez bu
yuvayı görmek için açacaktı. O, klinikten gözlerinin kapalı çıkacağına, gözünü
burada, kendi yuvalarında açacağına söz verdi:
- Konuş, biraz konuş! Beni tek başına konuşturma.
- Yoruldun mu?
- Hayır... Bu sesi bir daha duymak istiyorum, bir daha sor:
"Yoruldun mu?". Senin sesini, bu dudaklardan kopan sesi öpebilir
miyim?
- Evet...
- Şimdi ise konuş, evimizi - yuvamızı nasıl yapacağından bahset!
-Nasıl?
- Evet, şimdiye kadar sana bunu sormadım. Hayır, hayır, şimdi de
bilmek istemiyorum, onu sen yapacaksın. O, benim için ilginç, mest edici bir
yer olacak... Ben gözlerimi açıp yalnız seni göreceğim, yalnız seni!
Lidia hüngür-hüngür ağlamaktan kendisini alıkoydu. Biraz kendine
geldi. Silvio'nun önünde diz çöküp onun kollarının arasında, sanki kulağına
fısıldarcasına, hiç bir zaman o günkü kadara tatlı ve etkileyici olmamış
sesiyle ona sevgisinden söz etmeye başladı. Ama Silvio mest olarak, onu
kucağında sıkıp, bırakmayacağı ile korkuttuğunda Lidia dikeldi, sanki kendi
üzerinde kazandığı zaferle gururlanırmış gibi toparlandı. İşte, şimdi o,
Silvio'yu ömürlük kendisine bağlayabilirdi. Ama hayır, o, bunu yapamazdı, çünkü
onu seviyordu.
Gece yarısına kadar Lidia onu kendi sesiyle büyüledi. O, halen
inanıyordu ki, Silvio kendisine aittir, inanıyordu, zira o, şimdilik
karanlıktaydı. Bu karanlıkta Lidia'nın Silvio tarafından uydurulan hayali
görüntüsü güzel bir ümit gibi parlıyordu.
Ertesi gün, Silvio'yu tekerlekli sandalyede kliniğe kadar geçirdi,
ayrılırken, adeta bir kırlangıç gibi çalışmaya başlayacağını belirtti:
-Sen göreceksin!
İki gün boyunca dehşetli bir heyecan içinde cerrahi işlemlerin
sonucunu bekledi. Ameliyatın başarıyla sonuçlandığını öğrendiğinde ise boş
kalan odaları dolaştı. Silvio için gerekli her şeyi büyük bir muhabbetle
hazırlayarak haber gönderdi ki, bir anlık bile olsa kendisini görmek için acele
eden Silvio'dan bir kaç gün daha beklemesini istiyor. Kendisini ziyaret etmeme
sebebi ise heyecanlanmasını önlemek... Doktor izin vermiyor...
- Doktor izin veriyor mu? Tamam, o zaman Lidia gelir.
Lidia eşyasını topladı, Silvio'nun hastaneden çıkmasına bir gün
kala, onun gözüne gözükmemek, hayalinde hiç olmazsa bir ses gibi yaşamak için
çıkıp gitti. Silvio ise karanlıktan çıktıktan sonra, herhalde bu sesi boş yere,
çok sayıda dudakta arayacaktı.
earthlings'e ait tüm eserler ve çeviri metinleri fikri haklar yasası çerçevesinde koruma altında olup, söz konusu kanun hükümlerine ve işbu uyarıya rağmen hukuka aykırı olarak bu ve diğer tüm eserlerinin kopyalanması, alıntılanması, başka bir mecrada yayınlanması halinde fikri hak ihlali nedeniyle hukuki yola başvurulacağını ve fikri hak ihlali gerçekleştirerek intihal yapan şahıslara hukuki çerçevede, yasalar gereği yaptırım uygulatılacağını önemine binaen bir kez daha belirtirim.
işbu uyarı earthlings'in hem ekşisözlük, hem de bu blog'da yayınladığı tüm eserleri için (yazı/görsel) geçerlidir.
işbu uyarı earthlings'in hem ekşisözlük, hem de bu blog'da yayınladığı tüm eserleri için (yazı/görsel) geçerlidir.